16 Aralık 2012

ANAOKULUNUN ÖNEMİ


Çocuğun beyni her yeni uyaranla çiçeklenir. Bir çocuk ne kadar çok öykü dinler, ne kadar gülücükle karşılaşır, ne kadar yeni şeyle tanışırsa zihninde o kadar sinir hücresi tomurcuklanır. Çocuk beynini geliştiren şey yeni yaşantılardır. Eğer bir çocuğu hiç yaşantının olmadığı, çocuğun çevresiyle iletişiminin kesildiği bir ortama koyarsak, o çocuk bir süre sonra solar, dünyaya küser.  Okul öncesi eğitim çocukların ruh dünyasını zenginleştirmek için eşsiz bir fırsattır. Erken çocukluk dönemi, çocuğun gelişiminde, sağlıklı bir birey olarak yetişmesinde temel yapı taşlarının atıldığı kritik ve önemli bir dönemdir. Çocuğun 7 yaşına kadar, yani ilköğretime başlayıncaya kadar geçen sürede gelişiminin büyük bir kısmı tamamlanmış olur.
Erken çocukluk dönemini biraz daha ayrıntıyla anlatmak gerekirse, erken çocukluğun, ilk temasın, anneyle başladığını söylemek şüphesiz ki doğru olacaktır. Bebek, dünyaya gözlerini açtığında, ilk olarak anne gözüyle temas kurar. Annenin bakışıyla dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Eğer anne mutlu bakarsa, mutlu olmayı; üzgün bakarsa, huzursuz, üzgün olmayı öğrenmeye başlar. Doğum öncesi ve doğumdan sonraki ilk 5-6 ay, bebeğin anneyle bir bütün olduğu, annenin tüm kimliklerini unutup, sadece anne olarak bebekle olduğu bir dönemdir. Psikanalist Salman Akhtar’ın bebeğe dair kullandığı metafor bu konuyu oldukça güzel açıklamaktadır aslında. Ona göre, çocuk tam bir gül tohumudur. Ona çok fazla sıcak ve çok fazla su vermezseniz, çocuk kendi kendine büyür. Bu noktada, annenin çocuğuyla yeterince iyi ilgilenmesi, çocuğun bu süreçteki gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
Çocuğun anneyle ve babayla kurduğu ilişkinin, çocuğun duygusal, zihinsel, fiziksel, sosyal gelişimine etkisi oldukça büyüdür. Ancak çocuk büyüdükçe, kendisini ifade etmeye başladıkça, sadece anne ve babanın varlığı çocuğa yetmemeye başlar. Çocuğun sağlıklı bir birey haline gelebilmesi için, bağımsızlaşmaya da ihtiyacı olmaktadır. Bebekliğin ilk aylarında, çevresinin anneden oluştuğunu düşünen bebek, zaman geçtikçe keşfe çıkmakta ve etrafında farklı nesnelerin olduğunu da farketmeye başlamaktadır. Bu süreçte, artık kendi akranlarıyla oyun oynama ihtiyacı artmakta, ve bu keşifler dünyasında kendisine bir yer edinmeye çalışmaktadır. Çocuk, annesiyle güvenli bir bağ kurduktan sonra, diğer bir deyişle, annenin varlığından, onun sevgisinden emin olduktan sonra, kendi alanında var olmayı öğrenmeye başlamaktadır. Bu süreçte, çocuğun anaokuluna gitmesini desteklemek önemli olacaktır.
Anaokulunun en önemli katkılarından bir tanesi, hem anneye hem de çocuğa sağladığı bağımsızlaşma duygusudur. Diğer bir deyişle, anne, bebeğini dünyaya getirdikten sonra, hayatını onun üzerinden yaşamaya, ve hayatını sadece onun varlığında tanımlamaya başlamaktadır. Anne, ilk zamanlar, avukat olduğunu, eş olduğunu, kız kardeş olduğunu, annesinin çocuğu olduğunu, kısacası birçok sahip olduğu kimliği unutup, sadece anne olarak var olur. Annenin çocuğunu anaokuluna başlatması, aslında anneye de çocuğundan ayrılmayı öğretebileceği bir alan sağlar. Salman Akhtar’ın bu noktada söylediği bir sözü hatırlamak önemli olacaktır: “Anne, çocuğunu önce rahminde tutar, sonra kucağında tutar, daha sonra ise aklında tutar”. İşte , aslında anaokulu süreciyle birlikte anne de, çocuğundan ayrı kaldığı süreçte, çocuğunu zihninde tutabilmeyi öğrenmeye başlar. Bu nedenle, anaokuluna başlama sürecinde, annenin de ayrılığa kendisini hazır hissetmesi, çocuğun okula alışmasında önemli olmaktadır.
Anaokuluna başlama, yukarıda da bahsedildiği gibi, çocuğun da bağımsızlaşmasına katkı sağlamaktadır. Ailede başlayan gelişim süreci, anaokulunun da devreye girmesiyle, çocuk için devam etmektedir. Çocuk, anaokulunda kendi yaşıtlarıyla bir araya gelmekte, onlarla iletişim kurmakta ve bağımsızlığını burada, belli kurallar içerisinde deneyimleyebilmektedir.
Anaokulunun çocuk için bir diğer önemli yanı ise, çocuğun fiziksel, duygusal, zihinsel, dilsel ve sosyal gelişimlerini en sağlıklı biçimde geçmesine olan katkılarıdır. Çocuk, belirli kurallar içerisinde akranlarıyla iletişime geçerek, oyun oynamayı, paylaşabilmeyi öğrenmeye başlar. Kendini ifade etmeyi öğrenip, yaratıcı yön ve becerilerini fark ederek, sosyal bir birey olarak yetişmeyi öğrenir. UNICEF, okul öncesi eğitimi, anaokullarını, “Yaşama en iyi başlangıç” yeri olarak görmekte, bu konudaki çalışmalarını da hızla sürdürmektedir.
Bazen anne-babalar, çocuklarının anaokuluna gitmese de, sayıları, renkleri, şekilleri tanıdıklarını, 20’ye kadar sayabildiklerini, rahatça konuşabildiklerini söyleyip, anaokuluna gitmesinin gerekli olmadığını düşünmektedir. Ancak, görünen tablo aslında sadece sayıları, şekilleri, renkleri tanımaktan oluşmamaktadır. Çocuk sayı saymayı, renkleri, şekilleri bilse de, anaokulu, çocukların yaşıtlarıyla kurduğu ilişkide beklemeyi öğrendiği, sırayla oynamayı ve nasıl dinleyeceğini öğrendiği de bir yer olmaktadır. Zihinsel gelişimin yanı sıra, çocuk sosyal bir varlık olarak, sosyalleşmeyi ve bunu belli sınırlar içerisinde gerçekleştirmeyi öğrenir. Oyunlarda aldığı rollerle, kendisini ifade etmeyi öğrenmekte, geliştirmiş olduğu bu sosyal beceriler de çocuğun kişilik gelişimi için önemli olmaktadır.
Anaokulları, çocuğun kendi yaşıtlarıyla oyun oynayabileceği de bir alan yaratmaktadır. Oyun, çocuğun dilidir. Çocuk, üzüntüsünü, mutluluğunu, öfkesini, oyun aracılığıyla dışarı çıkarır. Son yıllarda, teknolojinin hayatın içinde kapladığı o büyük alan nedeniyle, yetişkinler de çocuklar da, iletişim kurmayı unutmaya başlamaktadır. Günümüz çocuğu, artık oyuncaklarla oynamak yerine, ipad ile oynamakta, yapboz alıp, odasında oynamaktansa, bilgisayardan internete girerek, internette yapboz oyunları çözmektedir. Bu durum, çocuğun sosyal yaşantısını da etkilemekte, anneler büyük bir kaygıyla, “Çocuğumu bilgisayar, televizyon karşısından alamıyorum, O, daha çok küçük” diye yakınmaktadır.  Eskiden sokaklarda saklambaç, dokuz taş, misket oynayarak, sosyalleşen çocuklar, oyun parklarının azalması, her ebeveynin çalışmak durumunda olması nedeniyle, artık bakıcılar eşliğinde yalnız bir birey olarak büyümektedirler. Anaokulları, bu noktada, çocuğun “çocuk” olarak var olmasını sağlamaya yardımcı olmaktadır. Çocuklar, ipad’den, televizyondan, bilgisayardan uzak kalarak, yine legolarla, yapbozlarla oynayabilmekte, kendi akranlarıyla iletişime geçip, beraber oyun kurabilmeyi, beklemeyi, dinlemeyi, paylaşmayı öğrenebilmektedir. Her çocuğun sosyal ortama, arkadaş edinmeye ihtiyacı vardır.

Alıntı

Hiç yorum yok: