Çocuğun beyni her yeni uyaranla çiçeklenir. Bir çocuk ne kadar çok öykü 
dinler, ne kadar gülücükle karşılaşır, ne kadar yeni şeyle tanışırsa zihninde o 
kadar sinir hücresi tomurcuklanır. Çocuk beynini geliştiren şey yeni 
yaşantılardır. Eğer bir çocuğu hiç yaşantının olmadığı, çocuğun çevresiyle 
iletişiminin kesildiği bir ortama koyarsak, o çocuk bir süre sonra solar, 
dünyaya küser.  Okul öncesi eğitim çocukların ruh dünyasını zenginleştirmek için 
eşsiz bir fırsattır. Erken çocukluk dönemi, çocuğun gelişiminde, sağlıklı bir 
birey olarak yetişmesinde temel yapı taşlarının atıldığı kritik ve önemli bir 
dönemdir. Çocuğun 7 yaşına kadar, yani ilköğretime başlayıncaya kadar geçen 
sürede gelişiminin büyük bir kısmı tamamlanmış olur.
Erken çocukluk dönemini biraz daha ayrıntıyla anlatmak gerekirse, erken 
çocukluğun, ilk temasın, anneyle başladığını söylemek şüphesiz ki doğru 
olacaktır. Bebek, dünyaya gözlerini açtığında, ilk olarak anne gözüyle temas 
kurar. Annenin bakışıyla dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Eğer anne mutlu 
bakarsa, mutlu olmayı; üzgün bakarsa, huzursuz, üzgün olmayı öğrenmeye başlar. 
Doğum öncesi ve doğumdan sonraki ilk 5-6 ay, bebeğin anneyle bir bütün olduğu, 
annenin tüm kimliklerini unutup, sadece anne olarak bebekle olduğu bir dönemdir. 
Psikanalist Salman Akhtar’ın bebeğe dair kullandığı metafor bu konuyu oldukça 
güzel açıklamaktadır aslında. Ona göre, çocuk tam bir 
gül 
tohumudur. Ona çok fazla sıcak ve çok fazla su vermezseniz, çocuk kendi 
kendine büyür. Bu noktada, annenin çocuğuyla yeterince iyi ilgilenmesi, çocuğun 
bu süreçteki gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
Çocuğun anneyle ve babayla kurduğu ilişkinin, çocuğun duygusal, zihinsel, 
fiziksel, sosyal gelişimine etkisi oldukça büyüdür. Ancak çocuk büyüdükçe, 
kendisini ifade etmeye başladıkça, sadece anne ve babanın varlığı çocuğa 
yetmemeye başlar. Çocuğun sağlıklı bir birey haline gelebilmesi için, 
bağımsızlaşmaya da ihtiyacı olmaktadır. Bebekliğin ilk aylarında, çevresinin 
anneden oluştuğunu düşünen bebek, zaman geçtikçe keşfe çıkmakta ve etrafında 
farklı nesnelerin olduğunu da farketmeye başlamaktadır. Bu süreçte, artık kendi 
akranlarıyla oyun oynama ihtiyacı artmakta, ve bu keşifler dünyasında kendisine 
bir yer edinmeye çalışmaktadır. Çocuk, annesiyle güvenli bir bağ kurduktan 
sonra, diğer bir deyişle, annenin varlığından, onun sevgisinden emin olduktan 
sonra, kendi alanında var olmayı öğrenmeye başlamaktadır. Bu süreçte, çocuğun 
anaokuluna gitmesini desteklemek önemli olacaktır.
Anaokulunun en önemli katkılarından bir tanesi, hem anneye hem de çocuğa 
sağladığı bağımsızlaşma duygusudur. Diğer bir deyişle, anne, bebeğini dünyaya 
getirdikten sonra, hayatını onun üzerinden yaşamaya, ve hayatını sadece onun 
varlığında tanımlamaya başlamaktadır. Anne, ilk zamanlar, avukat olduğunu, eş 
olduğunu, kız kardeş olduğunu, annesinin çocuğu olduğunu, kısacası birçok sahip 
olduğu kimliği unutup, sadece anne olarak var olur. Annenin çocuğunu anaokuluna 
başlatması, aslında anneye de çocuğundan ayrılmayı öğretebileceği bir alan 
sağlar. Salman Akhtar’ın bu noktada söylediği bir sözü hatırlamak önemli 
olacaktır: 
“Anne, çocuğunu önce rahminde tutar, sonra kucağında tutar, 
daha sonra ise aklında tutar”. İşte , aslında anaokulu süreciyle 
birlikte anne de, çocuğundan ayrı kaldığı süreçte, çocuğunu zihninde tutabilmeyi 
öğrenmeye başlar. Bu nedenle, anaokuluna başlama sürecinde, annenin de ayrılığa 
kendisini hazır hissetmesi, çocuğun okula alışmasında önemli olmaktadır.
Anaokuluna başlama, yukarıda da bahsedildiği gibi, çocuğun da 
bağımsızlaşmasına katkı sağlamaktadır. Ailede başlayan gelişim süreci, 
anaokulunun da devreye girmesiyle, çocuk için devam etmektedir. Çocuk, 
anaokulunda kendi yaşıtlarıyla bir araya gelmekte, onlarla iletişim kurmakta ve 
bağımsızlığını burada, belli kurallar içerisinde deneyimleyebilmektedir.
Anaokulunun çocuk için bir diğer önemli yanı ise, çocuğun fiziksel, duygusal, 
zihinsel, dilsel ve sosyal gelişimlerini en sağlıklı biçimde geçmesine olan 
katkılarıdır. Çocuk, belirli kurallar içerisinde akranlarıyla iletişime geçerek, 
oyun oynamayı, paylaşabilmeyi öğrenmeye başlar. Kendini ifade etmeyi öğrenip, 
yaratıcı yön ve becerilerini fark ederek, sosyal bir birey olarak yetişmeyi 
öğrenir. UNICEF, okul öncesi eğitimi, anaokullarını, 
“Yaşama en iyi 
başlangıç” yeri olarak görmekte, bu konudaki çalışmalarını da hızla 
sürdürmektedir.
Bazen anne-babalar, çocuklarının anaokuluna gitmese de, sayıları, renkleri, 
şekilleri tanıdıklarını, 20’ye kadar sayabildiklerini, rahatça 
konuşabildiklerini söyleyip, anaokuluna gitmesinin gerekli olmadığını 
düşünmektedir. Ancak, görünen tablo aslında sadece sayıları, şekilleri, renkleri 
tanımaktan oluşmamaktadır. Çocuk sayı saymayı, renkleri, şekilleri bilse de, 
anaokulu, çocukların yaşıtlarıyla kurduğu ilişkide beklemeyi öğrendiği, sırayla 
oynamayı ve nasıl dinleyeceğini öğrendiği de bir yer olmaktadır. Zihinsel 
gelişimin yanı sıra, çocuk sosyal bir varlık olarak, sosyalleşmeyi ve bunu belli 
sınırlar içerisinde gerçekleştirmeyi öğrenir. Oyunlarda aldığı rollerle, 
kendisini ifade etmeyi öğrenmekte, geliştirmiş olduğu bu sosyal beceriler de 
çocuğun kişilik gelişimi için önemli olmaktadır.
Anaokulları, çocuğun kendi yaşıtlarıyla oyun oynayabileceği de bir alan 
yaratmaktadır. Oyun, çocuğun dilidir. Çocuk, üzüntüsünü, mutluluğunu, öfkesini, 
oyun aracılığıyla dışarı çıkarır. Son yıllarda, teknolojinin hayatın içinde 
kapladığı o büyük alan nedeniyle, yetişkinler de çocuklar da, iletişim kurmayı 
unutmaya başlamaktadır. Günümüz çocuğu, artık oyuncaklarla oynamak yerine, ipad 
ile oynamakta, yapboz alıp, odasında oynamaktansa, bilgisayardan internete 
girerek, internette yapboz oyunları çözmektedir. Bu durum, çocuğun sosyal 
yaşantısını da etkilemekte, anneler büyük bir kaygıyla, “Çocuğumu bilgisayar, 
televizyon karşısından alamıyorum, O, daha çok küçük” diye yakınmaktadır.  
Eskiden sokaklarda saklambaç, dokuz taş, misket oynayarak, sosyalleşen çocuklar, 
oyun parklarının azalması, her ebeveynin çalışmak durumunda olması nedeniyle, 
artık bakıcılar eşliğinde yalnız bir birey olarak büyümektedirler. Anaokulları, 
bu noktada, çocuğun “çocuk” olarak var olmasını sağlamaya yardımcı olmaktadır. 
Çocuklar, ipad’den, televizyondan, bilgisayardan uzak kalarak, yine legolarla, 
yapbozlarla oynayabilmekte, kendi akranlarıyla iletişime geçip, beraber oyun 
kurabilmeyi, beklemeyi, dinlemeyi, paylaşmayı öğrenebilmektedir. Her çocuğun 
sosyal ortama, arkadaş edinmeye ihtiyacı vardır.
Alıntı