15 Temmuz 2006

HAYVAN HAKLARI


Selam Arkadaşlar
Bu sabah gazetede bir astsubayın ve arkadaşının Simba adlı çok şeker bir köpeği korktukları gerekçesi ile öldürdüklerini öğrendim ve tepem attı. Nasıl yani, sen korkuyorsun –tamam bu duygu normal- hiçbir uyarıda ve ricada bulunmadan basıyorsun tetiğe ve öldürüveriyorsun hayvanı, kaldı ki bu köpeğin sahibi var kaldı ki sokak köpeği bile olsa korktun diye öldüremezsin arkadaş! Simba'nın ailesinin çektiği acının ne kadar büyük olduğunu anlayabiliyorum, çocuklarıyla bir büyütmek istiyorlarmış! Başları sağolsun!
Toplum yararına, salgın bir hastalık varken istisnai bir durum söz konusu olabilirmiş ama bu öyle bir durum mu, iyi her korkan karşısındakini öldürsün o zaman(! ) Allah böyle düşünen herkese akıl fikir versin!
Birkaç ay önce de yönetmen Kudret Sabancı’nın köpeği aynı nedenle öldürülmüştü, gece saati adamın karşısına çıkmış, saldıracak diye korktu diye kafasına bahçe malzemelerinden birinin sopasıyla vurmuş, öldürmüş zavallı hayvanı. İyi o zaman sizin yetiştirdiğiniz, herkesin alışık olmadığı, değişik alışkanlıkları olan ya da saldırgan ,agresif görünen çocuklarınızı öldürse insanlar bunca yıl emek vermişsiniz hoşunuza gider mi, üzülmez misiniz, içiniz yanmaz mı?
İnsanlar nasıl kendilerini Tanrı yerine koyarlar da bir canlının hayatına kast ederler, onlar da cezalarını bulmazlar mı? İki kere günaha giriyorlar, birincisi bir canlının yaşamına kast ediyorlar, ikincisi de kendilerini Allah yerine koyuyorlar!
Bir de bir hevesle hayvan alıp ta besleyenler sonra da bakımını üstlenmekten bıkıp yıllar sonra onu sokağa atanlar var, bu da ayıp değil mi, günah değil mi? Sen hayvanı bakacağım diye al, evinde besle, zavallı evin kurallarını benimsesin, sokağa at, o hayvancağız sokakta kendini koruyamaz ki, kendini savunmayı bilemez ki, araba geçtiği zaman kaçmayı bilemez ki, önce hemcinslerine yenik düşer, açlıktan, susuzluktan ölür, onları da nasıl bulacağını bilemez, bulamaz da, barınacak yer bulamaz! Nasıl yani, siz çocuğunuza bakamayacağınıza karar verip sokağa atar mısınız? Ağızları var dilleri yok hayvanlara eziyet edemeyiz, yazık, günah!
Arkadaşlar, geçen hafta Ayşe Arman’ın kedisi öldü, kadıncağız yıllardır ona ne kadar iyi baktı, çocuğu büyürken Oğluş’unun onları yalnız bırakacağını tahmin etmemişti ki! Dubai’deki doktorlar uyutulmasını uygun görmüşler, Ayşe Arman kabul etmemiş.
Geçen hafta onun kedisinin ölümüne ağladı, bu hafta Simba’ya ağladım. Ve bu yazıyı yazmaya karar verdim!
Aşağıda “Hayvan Hakları Bildirgesi” maddeleri yer alıyor, bunu çok sevgili hayvanlara
bir borç, bir görev olarak gördüğüm için yer veriyorum! Onlar çok savunmasız, onları korumak bizim görevimiz.
Hasta oldukları zaman da onları terk edemeyiz, doktora götürüp “ne yapılırsa yapılsın ben görmeye dayanamam” da diyemeyiz, bu bencillik olur, içimiz kan ağlasa bile her zor anında yanında olmalıyız, unutmayalım ki onların en büyük desteği biziz, bizim sevgimiz!
Onlar bizi koşulsuz seviyorlar, hayata Allah’ın gözüyle bakıyorlar, içleri çok temiz, hasetlik, arkadan vurma, kazık atma gibi insanların birbirlerine yaptıkları pisliklerden haberleri bile yok, kuyu da kazmıyorlar arkamızdan, çok sadıklar. Kediler nankör denir, insanlar öyle, kediler sevginizin değerini biliyorlar, onlar da köpekler gibi minnet ediyorlar! Gerçekten!
Ve eğitim ailede başlar, ailelere hayvan sevgisi aşılama konusunda da çok büyük görevler düşüyor, korku değil sevgi aşılamalıyız minicik yüreklere! Sadistlik değil koruma duygusuna sahip olmalılar, sokakta yaşayan hayvanlara sapanla taş atmayı, tekme atmayı, kuyruğuna teneke bağlamayı değil onları sıcak yaz günlerinde susuz ve yiyeceksiz bırakmamayı öğrenmeliler! Zor iş değil, bir kap su bir kap yiyecek, hepsi bu!
Yunus Emre ne demiş “ Yaradılanı Severim Yaradandan Ötürü”. Aynı şey bütün korunması gereken canlılar için geçerli!
Evet, sizi Hayvan Hakları Bildiregesi ile baş başa bırakıyorum!

Giriş
Yaşamın tek olduğunu, yaşayan bütün canlıların ortak bir kökeni olduğunu ve türlerin evrimi yönünde farklılaştığını, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu ve sinir sistemi olan her hayvanın kendine özgü hakları bulunduğunu, bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar doğuracağını ve insanoğlunun hayvanlara karşı suç işlemesine sebebiyet vereceğini, türlerin birlikte olmasının diğer hayvan türlerinin yaşama hakkının insanoğlu tarafından tanınmasını ifade edeceğini, insanoğlu tarafından hayvanlara saygı gösterilmesinin bir insanın bir diğerine gösterdiği saygıdan ayrı tutulamayacağını dikkate alarak, ilan edilir ki;

Madde 1
Bütün hayvanlar biyolojik denge kavramı içerisinde varolmak bakımından eşit haklara sahiptir.

Madde 2
Bütün hayvanlar saygı gösterilme hakkına sahiptir.

Madde 3

1. Hayvanlara kötü muamele edilemez veya zalimane davranışlarda bulunulamaz.
2. Eğer bir hayvanın öldürülmesi gerekiyorsa, bu bir anda, acısız ve korku yaratmaksızın yapılmalıdır.
3. Ölü bir hayvana saygıyla davranılmalıdır.

Madde 4

1. Vahşi hayvanlar yaşama hakkına ve kendi doğal çevrelerinde özgürce üreme hakkına sahiptirler.
2. Vahşi hayvanların özgürlüğünden uzun süreli alı konulması, avlanma ve balık tutma geçmiş zamana ait olup hangi sebeple olursa olsun vahşi hayvanların bu şekilde kullanımı hayati olmayıp, akis davranışlar bu temel hakka karşıdır.

Madde 5
1. Bir insanın desteğine ihtiyaç duyan her hayvan uygun beslenme ve bakımı görme hakkına sahiptir.
2. Hiçbir koşul atında terk edilemez veya adil olmayan bir şekilde öldürülemezler.
3. Her tür soy üretme ve hayvan kullanımında soyun fizyolojisine ve kendi türüne özel davranışlarına saygı gösterilmesi zorunludur.
4. Hayvanları içeren sergiler, gösteriler ve filmler hayvanların onuruna saygı göstermek zorunda olup hiçbir şekilde şiddet içeremezler.

Madde 6
1. Hayvanlar üzerine yapılan fiziksel ya da psikolojik acı çekmeye sebep olan deneyler hayvanların haklarının ihlalidir.
2. Soyu tükenen hayvanların ya da yok edilen bir hayvanın yerine yenisinin ikame edilmesi yöntemleri geliştirilmeli ve sistemli olarak devam ettirilmelidir.

Madde 7
Gereği olmayacak şekilde bir hayvanın öldürülmesini içeren her kanun ya da buna yol açan her karar yaşama karşı işlenmiş suç kapsamındadır.

Madde 8
1. Vahşi bir hayvan soyunun hayata kalma onurunu hiçe sayan her yasa ve böylesi bir harekete sebep olan her karar soykırıma eşdeğer olup soya kaşı işlenmiş suçtur.
2. Vahşi hayvanların katledilmesi ve üreme yumurtalarının kirletilmesi, yok edilmesi soykırım cürümüdür.

Madde 9
1. Hayvanların kendilerine özgü yasal statüleri ve hakları hukuk tarafından tanınmak zorundadır.
2. Hayvanların güvenliğinin koruma altına alınması hususu Devlet örgütleri düzeyinde temsil edilmelidir.

Madde 10
Eğitimden ve okullaşmadan sorumlu merciler, vatandaşlarına çocukluktan itibaren hayvanları anlamayı ve saygı göstermeyi öğrenmeleri için olanak sağlamak zorundadır.

Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki UNESCO Merkezi’nde törenle ilan edilmiştir. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü'ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır.

Sevgiyle Kalın dostlarım, bir daha buluşana dek şimdilik hoşçakalın!

14 Temmuz 2006

Atilla İlhan , Ann Landers ve Çocuğunuzu Anlamak Üzerine


Selam Arkadaşlar
Detoks kürüm dün akşam sona erdi, bu sabah kahvaltı ettim, az yiyebildim ama çayı büyük bir keyifle içtim, çaysızlık çok koyuyor bana, annem kafeinsiz kahve bulup aldı, onunla avunuyorum ama çayı teinsiz ve kafeinsiz bulmak mümkün mü? Bitki çayı var ama normal çayın yerini tutar mı? Neyse ki her Allah’ın günü yapılmıyor bu kür!
Bugün, nefis Alman kekimi yapacaktım ya, esmer şekerim yoktu bu yüzden vazgeçtim, bunun yerine un kurabiyesi yaptım, light oldu, Tarçın’ın Mutfağı’ndan tarifini aldığım ‘Pamuk Poğaça’ yı yaptım, bir bardak kepek unu kullandım buna rağmen yumuşacık oldu, aynı çarşı poğaçası gibi, annem çok beğendi.
Bu arada un kurabiyemin tarifini de 24 Haziran tarihli “Mutfak Keyfi” başlıklı yazımda vermiştim.
Arkadaşlar, yalnızca tarifleri değil hayatı paylaşma amacında olduğumu önceki yazılarımda belirtmiştim… Bu nedenle bugün bir şiir, bir kitap önerisi ve de Ann Landers’in çocuklar için kaleme aldığı “Çocuk Yaşadığını Öğrenir” yazısını paylaşacağım sizlerle!
Bana sormak istediğiniz sorular varsa lütfen ileti gönderin, size geri döneyim özellikle okul öncesi dönem ile ilgili daha çok yardımım dokunabilir.
Önce kitap önerisi!

Çocuğunuzu Anlama Rehberi
Hazırlayanlar: Doç. Dr. Linda C. Mayes, Prof. Dr. Donald J. Cohen

Önsöz Yazarı: Prof. Dr. Yankı Yazgan

Kısaca Tanıtım: “Çocuklarımızın dünyasına açılan kapı… Onları daha iyi anlayabilmek, onların dilinden konuşabilmek için…

Arkadaşlar, her sorunun çözüm önerisi var kitapta, bütün küçük çocuğu olan ebeveynlerin ve eğitimcilerin edinmesi gereken bir kitap, şiddetle öneririm!

Çocuk Yaşadığını Öğrenir
:) Eğer bir çocuk kavga ve gürültü içinde yaşarsa kavgacılık öğrenir.
:) Eğer bir çocuk korku içinde yaşarsa korkmayı öğrenir.
:) Eğer bir çocuk daima ona acıyan insanlarla beraber yaşarsa kendini zavallı hissetmeyi öğrenir.
:) Eğer bir çocuk kıskançlık içinde yaşarsa nefret etmeyi öğrenir.
:) Eğer bir çocuk cesaret ve heyecana değer verilen bir çevrede yaşarsa kendine güvenmeyi öğrenir.
:) Eğer bir çocuk övmeyi bilen insanlarla beraber yaşarsa başkalarını da takdir etmeyi öğrenir.
:) Eğer bir çocuk kendisini adam yerine koyan bir çevrede yaşarsa hayata erişmek için çalışmaya değer bir amacı olmasını öğrenir.
:) Eğer bir çocuk dürüst hareket eden insanlar içinde yaşarsa adaletin ne olduğunu öğrenir.
:) Eğer bir çocuk sözlerine güvenilir insanlar içinde yaşarsa hakikatin ne olduğunu öğrenir.
:) Eğer bir çocuk açık kalpli güler yüzlü ve anlayışlı insanların arasında yaşarsa dünyanın gerçekten yaşamaya değer güzel bir yer olduğunu öğrenir.

Vee, şimdi biraz da Atilla İlhan, öldüğünde aşklar şiirsiz kaldı diye çok üzüldüm, zaman zaman yine buruluyor içim ama onun şiirleri içimizi ısıtıyor, sarıp sarmalıyor, fark ettim de aslında o ölmedi, yaşıyor, şimdi Üçüncü Şahsın Şiirini kahve ya da çay eşliğinde okuyalım mı?
Üçüncü Şahsın Şiiri
Gözlerin gözlerime değince,
Felaketim olurdu, ağlardım,
Beni sevmiyordun, bilirdim,
Bir sevdiğin vardı, duyardım,
Çöp gibi bir oğlan, ipince,
Hayırsızın biriydi fikrimce,
Ne vakit karşımda görsem,
Öldüreceğimden korkardım,
Felaketim olurdu, ağlardım.
Ne vakit Maçka'dan geçsem,
Limanda hep gemiler olurdu,
Agaçlar kuş gibi gülerdi,
Bir rüzgar aklımı alırdı,
Sessizce bir cigara yakardın,
Parmaklarımın ucunu yakardın,
Kirpiklerini eğerdin, bakardın,
Üşürdüm, içim ürperirdi,
Felaketim olurdu, ağlardım,
Akşamlar bir roman gibi biterdi,
Jezabel kan içinde yatardı,
Limandan bir gemi giderdi,
Sen kalkıp ona giderdin,
Benzin mum gibi giderdin,
Sabaha kadar kalırdın,
Hayırsızın biriydi fikrimce,
Güldü mü cenazeye benzerdi,
Hele seni kollarina aldı mı,
Felaketim olurdu, ağlardım

Attila Ilhan

Arkadaşlar, şimdilik benden bu kadar, iyi tatiller, keyifli ve mutlu günler, sağlıkla kalın!

11 Temmuz 2006

Sunay Akın, Beceriksiz ve Kediş


Merhaba Arkadaşlar
bugün ileti adresime gönderilen şiiri çok beğendim ve sizlerle paylaşmak istedim!
Şiirle kalın, günleriniz şiir tadında geçsin! Bu arada çok sevdiğim bir manevi ablamdan, arkadaşımdan, meralciğimden "Selanik Gevreği" tarifi aldım, yapınca tarifini sizlerle paylaşacağım! Bu arada da iki gün içinde çok çok beğenilen elmalı kekimi sert şeftaliler ile yapacağım, yakışacağına eminim. Onun da tarifini bloguma koyacağım!
Şimdi arkamıza yaslanalım ve şiirimizi okuyalım, zaman zaman yine bu tür paylaşımlarımız olacak! Bir tek mutfak keyfini değil hayatı paylaşmak dileğiyle diye belitmiştim blogumun amacını! Şiirimiz çok sevdiğim şarimiz Sunay Akın'dan:

Beceriksiz

Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca kızmadım
hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna.

Şair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her şiire konmalı mı uyak
her yere nedense
konamıyor tayyare
hay dilimi arı Türkçe soksun; uçak

Kaptan olmak isterdim
aynanın karşısında
eski bir sinema yıldızı
gibi ağlayan
İstanbul hatlarinda
bir firça hafifligiyle
gidip gelen vapurlara.

Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
ve Kız Kulesi'ni göstererek
bırak artık diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu şehirde
şiir okunacak tek yer
elbette denizin ortasindaki
şu küçük buz dağı.

Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnizca sen anlarsın
iğnenin deliğinden geçsin
diye ipliklerin
bir anlık ıslatıldığı dudaklara
takılıp kalan annem.

Sunay Akın

10 Temmuz 2006

Yeşil Zeytinli Ekmek


Merhaba Arkadaşlar
kaçtır yazılarımı resimle süslemek istiyorum ama resim yükleyemiyorum, dün yazdığım yazıyı aslında dün yayınlayacaktım, olmadı, kedili -eğitim konulu yazımı bugün yayımladım. Denedim yine resim yükleyemedim! Amaa, bugün başardım, bu yazıda minnoşumun, Cimcimemin resmini yüklemeyi başardım! Nasıl, çok şeker değil mi?
Neyse ben, bugün yaptıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum, Tarçın'ın Mutfağı'ndan aldığım paskalya çöreği tarifin uyguladım, lezzeti çok güzel oldu da annem kepek unu ekleyince hamurun tok olduğunu söyledi. Annem, PM Market'ten Konya marka kepek unu bulup almış, 2 kg'lık, çok yoğun, tam buğday unundan bile yoğun ve içinde özleri de var! Normal unun yanında bir buçuk bardak kepek unu kullandım, bir daha ki sefere daha az kullanacağım.
Tarçın'ın Mutfağı, bir daha ki sefere daha güzel bir paskalya çöreği yapacağıma söz veriyorum ve tariflerinizi biz blog komşularınızla paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum!
Şimdii, gelelim nefis, yeşil zeytinli ekmeğime, ben de zeytinli ekmeklerle bozdum kafayı değil mi, bir kez de Portakal Ağacı'ndan aldığım zeytinli ekmek tarifini uygulamıştım, çok güzel olmuştu tadı. Ben küçükken bir kase siyah zeytin yermişim, düşünün yani!
Yeşil zeytinli ekmeğim çok nefis oldu, annem bayıldı ama ne yazık ki yayınlayamıyorum, inşallah en kısa zamanda bir kameram olur. Bu tarifi Elele dergisinin verdiği Sıradışı Mönüler adlı kitapçıktan buldum, uyguladım.

Yeşil Zeytinli Ekmek

Malzemesi:
2,5 su bardağı kepekli un (ben yarıdan da az kepek unu kullandım, bir de un ilavesi yapmak durumunda kaldım),

1 tatlı kaşığı toz maya (ya da 1/2 kibrit kutusu kadar yaş maya),

1 su bardağı ılık su,

1 çay bardağı süt,

2 çorba kaşığı margarin,

1 çay kaşığı tuz,

15-20 yeşil zeytin,

2 tatlı kaşığı sıvı yağ

Yapılışı:

1- Mayayı 1 bardak ılık suda eritip kabarıncaya kadar bekletin. Margarini tavada eritip ılıtın.
Zeytinlerin çekirdeklerini çıkarın.

2- Kepekli un + beyaz unu (1 bardak kepek unu, 1+1/2 bardak beyaz unu) yoğurma kabına döküp ortasını havuz gibi açın. Eritilmiş maya, süt, ılık margarin, tuz ve zeytinleri ilave edip yoğurun, kulak memesi kıvamında bir hamur elde edin. Top gibi yuvarlayıp üzerine sıvıyağ
sürün ve nemli bir bezle örtüp 30 dk kadar dinlendirin. Bu süre bitiminde hamuru tekrar
yoğurup yuvarlayın.

3- Fırın kalıbını yağlayıp un serpin. Hazırladığınız hamuru kalıba alıp üzerini nemli bezle örtün ve 20 dk daha dinlendirin (ben küçük yuvarlaklar haline getirdim, çok güzel kabardılar).

4-Önceden ısıtılmış 180 dereceyeayarlı fırında 45 dk kadar pişirin (ama siz kendi fırınınıza göre ayarlama yapın, ara sıra kontrol edin).

Eveet, sevgili arkadaşlar, bu günlük benden bu kadar, yeniden görüşmek üzere keyifle, sağlıkla ve neşeyle kalın!

9 Temmuz 2006

Kedilerimiz- Eğitim


Merhaba Arkadaşlar
dün tarifini Sibelciğimden aldığım Rokalı Tabule'yi yaptım, çok güzel oldu, yarın da paskalya çöreği yapacağım, Tarçın'ın mutfağından aldım tarifini, çok güzel geldi, sonucunu anlatırım, bir de yeşil zeytinli ekmek tarifi buldum, Elele dergisinin önceki yıllardaki kitapçığından, zaman zaman oradan tarifler uygulayıp tarifini sizlerle paylaşacağım!
Geçen sene Eylül ayı gibi oradaki sarımsaklı ekmek tarifini uyguladım, lezzeti çok güzel oldu da sanki her yanımız sarımsak kokuyor gibi geldi bize! Onu da mevsim dönüşümlerinde yapmak üzere paylaşacağım sizlerle! Yapıp resmin çeker koyarım bloguma, olur mu?
Bu arada blog arkadaşım Sibelimi de şimdiden özledim, bilgisayarı ilk açtığımda onun sayfasına bakardım, alışkanlık olmuştu, onun selamını almadan başlangıç yapmak
içimde eksiklik duygusu yaratıyordu. Alışmışım arkadaşlar, müdavimi olmuşum Sibel'in merhabasının, yazılarının. Neyse ki sağlıklı olduğunu, tatil yapıp dinleneceğini biliyoruz, dinlenecek, dönecek köşesine! Yine de bizi merhabasız bırakama sevgili arkadaşım, olur mu?

Kedilerimiz: Ayşe Arman'ın biricik kedişi "Oğluşum" ölmüş, çok üzüldüm, okur okumaz göz yaşlarına boğuldum, 13 yaşındaymış, insan o günü yaşayacağını biliyor ama düşünmek istemiyor vedalaşacağı zamanın yaklaşmakta olduğunu!
benim minnoşum 10 yaşında, veterineri Müjgan ablası 70 yaşında olduğunu söyleyince dumura uğradım!
Benim kızımın kaşıntıları için geçen gün dokroruyla konuşacağımızı belirtmiştim. Konuştuk, iğne yapmayacağını söyledi, "çok yüklenmeyelim çocuğun üzerine" dedi, kaşıntısı için şurup verdi, geçen gün enjektörle zor içirdim, köpürttü, dün yaş mamanın içine enjekte ettim ilacı, anladı ki yarısını bıraktı cadı, ben de yarım ölçü yine enjektörle verdim, bugünm de önce ilacı vereceğim sonra da ödül olarak bir tatlı kaşığı gibi yaş mama vereceğim!
Bir kaç gün sonra yine doktoruyla görüşeceğiz, bakalım ne diyecek?

Eğitim: Benim okul öncesi öğretmeni olduğumu hatırlıyorsunuz değil mi? Bu nedenle zaman zaman eğitim ile ilgili yazılara da yer vereceğim blogumda.
Örneğin bugün anaokulunun önemini ele alalım: Anneler, çocukları için en iyisini isterler, iyi bir eğitimden geçmelerini isterler ama 3-4 yaşına gelmiş çocuklarını anaokuluna göndermeye kıyamazlar, çok erken olduğunu düşünürler!
Anaokulu eğitimi 3 yaşında başlar ama erken olduğunu düşünüyorsanız en ideali 4 yaştır.
Sosyalleşme bu yaşta başlar çünkü. Anaokulunda yaşıtlarıyla nasıl iletişim kurması erektiğini öğrenir, sosyal bir çocuk olur, kendi işini kendi görür, öz saygısı yüksek olur, kendine güvenir. Daha bir çok yararından bahsedebiliriz. Ama evde oturan çocuklar bu yönlerden eksik kalır demek istemiyorum, yanlış anlama olmasın!
Bu konuyla ilgili sorularınız olursa seve seve yanıtlarım arkadaşlar!
Bu arada size çok saygı duyduğum öğretmen arkadaşım İbrahim Baysan'ın da alanlarının
adını veriyorum, ilköğretim ile ilgili edinmek isteyeceğiniz bilgiler varsa oradan yararlanabilirsiniz!
Bu arada ben de Eylül ayında görev aldığımda eğitim ile ilgili yine bu buradan bir alan alıp eğitim ile ilgili ayrıntılı olarak yazılar yazacağım! Yani eğitime yönelik bir blog olacak, burası da mutfak keyfi olarak devam edecek!
Yarın buluşmak üzere iyi hafta sonları diliyorum!

ibrahim_baysan@hotmail.com

www. dersimizforum.com ya da efex_45@msn.com

mailto:hihkio_345c@msn.com

7 Temmuz 2006

Kedi Kızım- Arzum Onan- Sarı Sıcak- Kitaplar


Selam Arkadaşlar
Dün blogumu geliştirmeye niyetlendim, yazı yazdım, resim yüklüyordum ki bir de ne göreyim bütün yazılar uçmaz mı, ne üzüldüm bilseniz. Tabii arkadaş sözü dinlemezsen böyle olur. Sevgili Sibelim bu tür tehlikelere karşı yazıyı önceden Word’de yazmamı, kaydetmem konusunda beni uyarmıştı. Ben de daha önce ki yazılarımda bu tür üzücü olaylar olmadığı için –ne kadar yazdım ki- yine bir şey olmayacağını düşündüm, içimden gelen sesi de dinlemedim… Resim yükleyemiyorum bugün bir terslik var galiba. Başka zaman Cimoşumun resmini koyarım bloguma!
Neyse Cimcimem 10 yaşında, inşallah bir 10 yıl daha birlikte oluruz!
Cimcimem, bu aralar biraz keyifsiz, iki buçuk aydır sol kulağından ensesine kadar tüyleri dökülmüş durumda, kaşıntı tutuyordu, önce merhemlerle tedavi etmeye çalıştık sonra 2 kez iğne yapıldı, bugün doktoruyla yine görüşeceğiz bakalım ne diyecek? Kızımı altı aylıkken kısırlaştırdık, böbrek üstü bezleri ve testesteron hormonu fazlaca çalıştığı için karaciğeri yoruyormuş bu nedenle tüyleri dökülüyormuş.
Ama doktoru, Müjgan Ablası kısırlaştırılmasa da çiftleşme zamanı gelince çiftleşemediğinde yine aynı problemin görülebileceğini belirtti.
Doktorları Bülent Bey ve Müjgan Ablası çok şeker insanlar, en ufak bir kaygımda hemen arayıp görüşürüm, beni bilgilendirirler. Kızımı iyileştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçen yaz, kışın yine bu tür sorunları yaşadık, bu kez özellikle uzun sürdü. Sen, gözünün içine bak kızının ve sonra da bunları yaşa! Sakınılan göze çöp batar ya!
Kızım bir an önce iyileşsin de! O kadar nazlı ki, bir yere iki günlüğüne gidemiyorum, bir gün önceden annem arkadaşlara gidiyor, ben bir gün sonra gidebiliyorum, evden uzun süreli olarak ayrılacağımızı anladığı anda
darılıyor, içine dönüyor, uyuyor, içim parçalanıyor, döndüğümüzde bir de bakıyorum ki yemeğini doğru dürüst yememiş. İçim acıyor! İnsan gibi görüyor kendini ve yaşlandıkça bir şeyler daha da koyuyor ona! Onun tek dünyası biziz.
1994-1997 Yılları arasında ben hem okuyordum hem de hayvanları çok sevdiğim, ileride bir kedim-köpeğim olduğunda nasıl bakılacağını iyice öğrenmek için Yeşilköy’de Bülent Bey’in yanında çalıştım, asistanlık ta yapıyordum sekteterlik te.
İşte Cimcime’de 1996 yılının Mart sonunda sıkı hayvansever dostumuz
Vildan Hanım tarafından kliniğe getirildi, 19 günlük, gözleri kapalı, nasıl şeker, annesini araba ezmiş, kardeşini köpek parçalamış. Bir süre klinikte baktım sonra eve aldım! Yani kızımın ilk göz ağrısı Bülent Ağabeyi’dir.
Ne yaparsa yapsın ona kızmaz, bacaklarının arasında dolanır, cilveler yapar. Dişiyiz ne de olsa!
Müjgan Ablası’nı da çok sevdi, bize iğne yapmak için uğradığında başına ne geleceğini bilmeden önce koştu, kendini sevdirdi, kokladı, biraz sonra iğneyi yiyince kıyamet koptu, çok yakıcı iğnelermiş gerçekten de!
Müjgan Ablası’nı asitse edince bana iki gün yaklaşmadı. Ben de bir daha ki iğnesinde Müjgan’a götürdüm ki bana tavır almasın diye! Bu kadar Cimcime öyküsü yeter ama değil mi?

Arzum Onan-Mehmet Aslantuğ:
Biz, ailecek ikisini de çok çok severiz, kıyamadığımızdır onlar! Çok üzüldük.
Güzellik yarışmasına katıldığı yıl annemle benim favori adayımızdı, çok sıcak bir gülümsemesi vardı. En güzel, en sıcak güzel de oydu. Birinci seçildiğinde çok mutlu olmuştuk.
Hep takdir ediyoruz, sevgimiz hiç değişmedi. Ben, oğlundan ayrı kalmasının ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum, Can daha çok küçük!
Benim büyük ablam, 2003 yılında ameliyat oldu, tiroidi alındı, haşimeto teşhisi kondu, Prof. Dr. Halil Azizlerli tedavi etti, ablam bir hafta boyunca
Alman Hastanesi’nde radyo-terapi gördü, oradan Yeşilköy’de bir otele yerleştirdik, yetkililerle konuştuk, ona göre ablama yakın odalarını boş tuttular, ablam vücudundaki kurşunu bir haftada ancak atabildi. Biz de orada oturduğumuz için sık sık gittik, ziyaret ettik, kızlarını doğru dürüst göremedi, özellikle küçük yeğnim annesine çok düşkündü, çok aradı annesini. Yaklaşık bir hafta da orada kaldı, yeğenlerim de 19 Mayıs tatilini fırsat bilip 3 gün bizde kaldılar. Annelerini uzaktan gördüler.
Seni çok iyi anlıyorum Arzumcuğum, ne kadar zor günler geçirmişsin, insan o süreci yaşayınca karşısındakini daha iyi anlıyor.
Benim ablam da çok dirençlidir, çok iyimserdir, biz zaten onun gibi hayat dolu birine kanseri yakıştıramadık, adı bile soğuk geliyor, hiç dillendirmedik. Güç vermedik hastalığa, o sıralarda da Nil Gün’ün NLP adlı kitabını okuyordum, ablama da aldım, tam da bu konuyla ilgili çok yararlı bilgiler içeriyordu. Zaten, hastalığın adını koymak hastanın kendisine de ailesine de çok zor geliyor!
Arzumcuğum’a Allahtan şifa diliyoruz, dualarımızı eksik etmiyoruz! Allah, onu ailesine ve sevdiklerine bağışlasın!

Sarı Sıcak: Ferhat Göçer ile Hüsnü Şenlendirici’nin “Sarı Sıcak” programlarını Çarşamba akşamı ilk kez seyrettik, Aman Allahım ne kadar güzel, ne kadar düzeyliydi. Hem görsel hem işitsel muhteşem bir şölendi.
Aslında ben, programa kulağımı verip bloga yazı yazmayı düşünüyordum ama bir başladı, oturduğum yerde kalakaldım. Uzun zamandır böyle güzel programlar izlemiyoruz. İnanın bana o çok düzeysiz programları zap yaparken geçişlerde gördüğümüzde bile içimin kirlendiğini duyumsuyorum. İşte, Çarşamba günü “Sarı Sıcak” programını izlediğimde içimin arındığını hissettim, çok keyif vericiydi, espriler çok düzeyliydi, konuklar çok güzeldi, her şey bir harikaydı. Ferhatımdan bir “Yastayım” dinlemek isterdim, olmadı, “Çökertme” türküsünü çok severim ben, onun ağzından dinleyince mest oldum! Çook güzel söyledi.
Dilerim “Sarı Sıcak” devam eder, Yavuz Bingöllü, Ali Kırcalı, Tolga Çandarlı bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum! Ve tabii ki de Hıncalımlı bölümleri de aynı sabırsızlıkla bekliyorum!
Hıncal Uluç, Ferhat Göçer, Çırağan’da program yaparken köşesinde anlata anlata bitiremiyordu. Ben de imrenerek ve sabırsızlanarak TV’de görmeyi bekliyordum, sabreden derviş muradına erermiş! Çok mutlu oldum!
Hıncal Uluç çok çok haklıymış değil mi? İnsan kulaklarının pasının silindiğini duyumsuyor!

Okumakta Olduğum Kitaplar: Şu anda kaç aydır sınavlar nedeniyle sürünen Elizabeth Kostova’nın “Tarihçi” adlı kitabını okuyorum, çok sürükleyici,
Kazıkılı Voyvoda diye bildiğimiz Eflak Prensi’nin aslında Kont Drakula olduğunu iddia ediyor! Belgelerle hem de!
Geçen sabah Vatan gazetesinin promosyonu olan Lance Amstrong’un
“Yaşama Çevrilen Pedal” adlı kitabını aldım! Şimdi bugün yarın yine Vatan gazetesi promosyonu olan Robin Sharma”nın “Aile Bilgeliği” adlı kitabı elime geçecek! Ayın yazarın “Koza Kelebeği Bilmez” adlı kitabını kışın almıştım, onu da okuyacağım.
“Babilin Kervan Taciri’ni ablamdan almıştım, okumuştum, dayanamadım satın aldım! Hani bazı kitaplar vardır, kutsal bir kitap gibi baş köşeye koymak istersin ya işte o da öyle bir kitap!
Bir de arkadaşlar, Taylan Kümeli çok güzel bir kitap çıkarmış, 0-12 yaş arası çocukların dengeli, doğru, sağlıklı beslenmeleri için hepimize (bir anaokulu öğretmeni olarak bilgilerimi güncellememe, yeni bilgiler edinmeme yardımı olacağına inanıyorum) kılavuzluk edecek harika bir kitap, adı “Bebeklikten Ergenliğe Sağlıklı Beslenme Rehberi”.
Arkadaşlar, yazımı burada bitiriyorum ve size sağlıklı, keyifli hafta sonları diliyorum! Kedi kızım da mama vaktinin geldiğini müjdeliyor bana (maması, suyu eksik edilmiyor, günde iki kez tazeleniyor yalnızca, mama tazeleme arası da verdik).
Hoşçakalın!

3 Temmuz 2006

Mutluluk Neden Mutfakta Gizlidir-Mısır Ekmeği Nasıl Yapılır


Merhaba, KPSS telaşı bitti, sonuç ne olacak bilmiyorum ama ben pek ümitli değilim doğrusu! Nasılsa 20 Ağustos gibi sonuçlar açıklanır ben de duruma göre sistemli bir biçimde ders çalışmaya başlarım artık.
Biz şimdi gelelim bu bloga niye "Mutluluk Mutfakta Gizlidir" adını verdiğime!
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu da (Yaşasın Hayat) Dr. Yasemin Bradley'de (Gelecek Yiyeceklerde) yazdıkları kitaplarda sağlığımızın, kendimizi nasıl hissettiğimizin, ruh halimizin yediğimiz yiyeceklere bağlı olduğunu belirtiyorlar.
Örneğin kendimizi iyi hissetmiyoruz, keyfimizin yerine gelmesi için çikolata, cips, çikolatalı dondurma, pasta gibi gıdalar tüketiyoruz, mutlu oluyoruz ama kan şekerimiz hızla yükseliyor ardından aynı hızda düşüyor ve biz yine aynı yiyeceklere yöneliyoruz, kısır döngü bir durum oluşuyor anlayacağınız. Sonuçta kiloları davet ediyoruz.
Kendimizi keyifli hissetmediğimizde, regl durumlarında genellikle muz, yüksek kalori içermeyen soslu makarna (kepeklisi tercih ediliyor), tam buğday unundan ya da kepekli undan yapılan kan şekerimizi hemen yükseltmeyecek yiyeceklere yönelmemizi öneriyorlar!
İşte bizim kendimizi nasıl hissetiğimiz yieceklere bağlı olduğu için ben bloga bu adı vermiş bulunuyorum!
Ayrıca gergin olduğumuzda, kendimizi keyifsiz hissettiğimizde mutfağa girip te kendimize ve ailemize ziyafet çekmek için hazırladığımız yemeklerle, tatlılarla,hamur işleri ile bir anda canımızı sıkan her şeyi nasıl da unutuveriyoruz değil mi? Hele bir de yaptıklarımız sağlıklı, doğal, işlenmemiş ürünlerden seçilmişse içimiz nasıl rahat oluyor ama?
Ben, Cuma günü sınav için Doygun Un tariflerinden biri olan Kahveli kek'i yaptım, tamamen margarinden olmasın, beyaz şeker kullanmayayım dedim, esmer toz şekerim de yoktu, şeker miktarını da azaltarak pudra şekeri kullandım, bisküvilerin içine krema koyuyorsun, bayağı uğraştırdı beni, o gün yedim ama dün yemeye çalıştığımda olmadı, yiyemedim, çöpe attım, bilmiyorum bir kez daha yapar mıyım, asıl tarife bağlı kalırım o zaman!
Bir de Sibel'imin Semmel ekmeklerinden yaptım, çok güzel oldu, Cumartesi sabahı evden çıkmadan yengemin İsviçre'den getirdiği müthiş fındıklı-sütlü çikolatadan arasına koyarak yedim, yumurtalı ve kaşarlı olmak üzere iki tane sandviç hazırlamıştım, çok büyük olmöadıkları için birer saat arayla ikisini de tükettim, yazarken fark ediyorum ki harika bir kolesterol bombası hazırlamışım kendime, sabah çikolata öğleyin yumurta, çok sağlıklı olmuş! Müthiş bir yükleme!
Cumartesi günü akşam eve döndüm, yemekten sonra mutfağa bir girdim hem Defne Koryürek usulü mısır ekmeği hem de tarifini Portakal Ağacı'ndan aldığım kabaklı ve dereotlu muffinlerden yaptım. Hatice Hanım esasında taze fesleğen ile yapmış ama ilk Sevincimde yaptığımda elimizde dereotu vardı, o da müthiş yakıştı kabağa, bu yüzden ikincisini de aynı şekilde yaptım.
Pazar günü bir büyüğüm Aytülcüğüme gittik, evini yeni taşımıştı, çok güzel olmuş, güle güle otursun aşkım, muffinlerimin, ekmeklerimin resmini çekti ama yollayamadı, bluetooth'u hata veriyor, bilgisayarcısına sorup öyle gönderecek!
Ne yapayım, tarifi vereyim değil mi?

Defne Koryürek Usulü Mısır Ekmeği:

100 gr mısır unu,

100 gr un,

100 mlt süt,

1 koca paket kabartma tozu (kendi ifadesi),

1 kahve kaşığı şeker,

Biraz tuz (bir çimdik, şekerden daha az olacak),

100 gr tereyağı (ben Mavi-Yeşil Light margarin kullandım),

1 yumurta,

Yapılışı: Yağı fırında eritiyoruz, böylece mısır ekmeği kızarıyor, bu arada diğer malzemeleri başka bir kapta karıştırıyoruz, yağımız eriyince karışımı yağın içine döküp 170 C'de 40 dakika süreyle pişiriyoruz, yumuşacık ve çok çok lezzetli oluyor, afiyetle yiyoruz.

Bir süre önce Defne Koryürek Tv8 'de yayınlanan Yeni Vizyon programında (programın adını
İnşallah bir kaç güne kadar resimlerime kavuşurum da bloguma koyabilirim, mısır ekmeğim çok güzel oldu, lezzeti yerinde ama bu kez pek kabarmadı gibi, neyse buna siz karar vereceksiniz ama ilk fırsatta yeniden yapacağım, kabarık olana da yer vereceğim!
Bu böyle olmuyor, kafam bozuluyor arkadaşlar, birilerine bağımlı olmak çok çok kötü bir şey, en kısa zamanda resimler için bir çözüm bulmam lazım!
Sevgiyle Kalın!