8 Mayıs 2015
Bir Günah Gibi
Aşk ile özgürlük arasında sıkışmış bir kadın… Güçlü ve istediğini almaya kararlı bir adam… Ve tek bir bakışla başlayıp yüreklere sızan tutku dolu bir aşk…
Onlar farklı hayatların, farklı dertlerin, farklı mekânların insanlarıyken tek bir prangayla birbirlerine bağlanmışlardı. Sonsuz, yemyeşil bir rüyanın içine adım attıklarında, hayatlarında varlığını hissettikleri eksiğin de ne olduğunu anlamışlardı.
Sarp, isteyebileceği her şeye sahip, başarılı ve kendini tek gecelik ilişkilerde bulan bir adam olsa da tüm inkârına rağmen ruhuna tek bir kadın dokunmuştu. Kâbus gibi bir hayatın içinde özgür olabilmek adına inancını korumaya çalışan Ela ise mutluluğu tutku dolu bir tutsaklığın içinde bulmuştu.
Kalplerindeki sızı onlara sert bir kışın ardından baharı getirirken, güçlü bir adam elleriyle umut dolu bir aşk yaratacaktı. Yeşil gözlerinin ardına hüznünü saklayan kadın ise o andan itibaren kendini doğru ve yanlışın tam ortasında bulacaktı.
Tüm yaşananlara, yapılan fedakârlıklara ve çılgınlıklara rağmen Ela, tutku dolu bir aşkın alevlerinde yanmayı kabul edecek, Sarp'a bir şans vermeyi göze alabilecek miydi? Sonunda birbirlerine esir olduklarında, önlerine çıkan engelleri aşacak gücü kalplerinde bulabilecekler miydi?
(Tanıtım Bülteninden)
Senli
Bu defter, beraber yaşadığımız her şeyin anısına övgüyle yazılmış, hatırlanmaya değer her şeyi içeriyor. Hayır, bu bir günlük değil, bu senli bir anılar geçidi olacak. Senin ve Benim... Karan ve Bahar'ın... Sevgin içimde büyüyen bir çığı anımsatsa da, o çığın üstüme devrilip sonumu getireceğini adım gibi bilsem de yine de yanında olduğum için, varlığını hissedebildiğim için hep binlerce kez şükrettim. Seni sevmek daha değerliydi, kendimden daha çok…
(Tanıtım Bülteninden)
İçimdeki Sen
"Hayır, Aly, hayır."
Bir panik dalgası yavaş yavaş bedenime yayıldı. Domino taşları nasıl birbiri ardınca düşerse içimdeki panik de öyle yayılıyordu. Vücudumdaki her bir hücre alev almış gibiydi.
"Nasıl? Bunu nasıl yapabildim ben?" Başını başka bir yana çevirdi. Sonra yeniden bana baktı. "Bilmiyorum. Ben... ben her şeyi mahvettim." Her şeyi nasıl mahvetmişti ki? İçimden sessiz ve alaycı bir gülüş yükseldi. Her şeyi mahveden her zaman için bendim. Ben.
A. L. Jackson hakkında yazılanlardan;
'Her zaman olduğu gibi, A. L. Jackson insanların duygularına nasıl dokunacağını biliyor. Yazdığı her kelime anlam yüklü. "İçimdeki Sen" sürükleyici bir kaybetme öyküsü. Birlikte olmak kaderlerinde olan iki ruhun, gerçek mutluluğa giden yolun kendilerini affetmekten geçtiğini keşfetmelerinin hikayesi. Tek kelimeyle nefes kesici.'
- Gail McHugh, New York Times, çok satan romanlarından "Collide" ve "Pulse" ın yazarı. -
(Tanıtım Bülteninden)
Rüzgar Çanı
Geçirdiği hastalığının yanı sıra terk edilmenin üzüntüsünü İstanbul'da bırakarak, hayalini kurduğu pastaneyi açmak için Urla'ya gelen Berna'yı, sevdiği ve başarılı olduğu mimarlık mesleğini bırakmayı göze alan kardeşi Nil yalnız bırakmamıştı. Nil'in aşkı bulduğu bu şirin belde, Berna'ya da cömert davranıp geçmişin izlerini silecek miydi? Rürgar çanının sakin ve huzur veren sesiyle birlikte pastaneye girdiği gibi, Berna'nın kalbine de yerleşen Demir, genç kızı 'Her işte bir hayır vardır. Sakın isyan etme. Her kapanan kapı, yeni bir ışığa yol almak üzere tekrar açılır,' sözüne inandırabilecek miydi? İki gencin yoğun duygularla yaşadığı aşk günden güne alevlenirken, Berna'nın içini kemiren, sevdiği erkeğe açıklayamadığı sırrı neydi? Peki, genç kız sevdiği erkeğin geçmişi hakkında ne biliyordu?
Bu kitap geçmişte yaşadıkları acıları unutmak isteyen iki gencin yaşadığı tutkulu aşkın yanı sıra, size umudu ve hayalleri tüketmeden yaşama dört elle sarılmanın ne kadar önemli olduğunu ve hayatın umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak kadar kısa olduğunu anlatmaktadır. "Hayat başlar ve biter. Önemli olan ne kadar yaşadığınız değildir. Başlama ve bitiş tarihi arasındaki o kısa çizgide neler yaşadığınız önemlidir." Unutmayın! Her yeni gün yeni umutları da beraberinde getirir. Hem de hiç beklemediğiniz bir anda…
(Tanıtım Bülteninden)
Bir Yalnız Günebakan
Üniversiteyi yarıda bırakan Nazlı, Zeliha Özalp adında, melek gibi bir ihtiyarın bakıcısı olarak çalışmaktadır. Zeliha Hanım'ın savcı oğlu Eymen Özalp ise evlenip ayrıldıktan sonra kendine duvarlar örmüştür ve Nazlı'ya göre 'evin hayaleti' gibidir. Yağmurlu bir sonbahar günü son nefesini vermek üzere olan Zeliha Hanım, Nazlı'ya bir vasiyetle veda eder: "Eymen sana emanet."
Her aşk bir masala benzer, ama bazı masallarda mücadele etmek zorunda kalan prens değil, prensestir… Bu aşk için de Nazlı savaşacaktır ve masalı mutlu sonla bitirmek onun elindedir… Günebakana güneş değil, yaprak olmak zorundadır artık…
(Tanıtım Bülteninden)
Benim Uzak Yıldızım
O gecenin, devasa uzay gemisi ikarustaki diğer gecelerden hiçbir farkı yoktur. Ta ki o büyük felaket gerçekleşene ve İkarus yakınlardaki bir gezegene düşene dek. Elli bin yolcu kapasiteli gemiden yalnızca iki kişi kurtulmuştur: Evrenin en zengin adamının kızı Lilac LaRoux ve genç bir savaş kahramanı olan Binbaşı Tarver Merendsen.
Binbaşı Merendsen, Lilac gibi kızların insanın başına beladan başka bir şey getirmediklerini uzun zaman önce öğrenmiştir. Lilac da, Tarverın kendi iyiliği için, onu kendisinden uzak tutması gerektiğinin farkındadır. Ama ıssızlığın ortasında hayatta kalabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Açlık, soğuk ve vahşi hayvanlara bir de Lilacın duyduğu fısıltılar eklenince birbirlerine güvenmekten başka çareleri kalmaz. Ne var ki çok geçmeden, onları birbirlerinin kollarına iten bu trajediden büyük bir aşk doğar. Artık kurtulup kendi gezegenlerinde bir ömür ayrı kalmaktansa düştükleri bu ıssız gezegende birlikte olmayı tercih ederler.
Ama her adımda onları takip eden gizemli fısıltıların ardındaki gerçeği öğrenmeleriyle her şey bir anda değişir. Lilac ile Tarver o gezegenden ayrılsalar bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Nefes kesen bilim kurgu üçlemesinin ilk kitabı, Benim Uzak Yıldızım, zaman ve mekân tanımayan sonsuz bir aşkın hikâyesi…
(Tanıtım Bülteninden)
Konstantiniyye Oteli
Zülfü Livaneli, zengin bir insan panoramasıyla İstanbul'un derinliklerine inerken şehrin büyülü, ama bir o kadar da acımasız atmosferiyle buluşturduğu okuru sıra dışı yolculuğa çıkarıyor.
2014 yılı Aralık ayının son günleri… Yedi yıldızlı Konstantiniyye Oteli'nin açılış günü ve erken bir yılbaşı kutlaması… İstanbul'un seçkin, kalburüstü simaları, Sultanahmet'teki eski Bizans sarayının kalıntıları üzerine yapılan otelde bir araya geliyor. Aralarında kimler yok ki? Politikacılar, belediye başkanları, Amerikan büyükelçisi, Fener Rum patriği, ünlü gazeteciler, gazete patronları, televizyon "yıldızlar"ı, eski ve yeni zenginler, büyük işadamları…
İstanbul'un yüzlerce yıldır yeraltında yatan ölüleri de davete çağrılmadıkları halde arzı endam etmekte sakınca görmeyip bu cümbüşe dahil oluyorlar. Ve elbette, bir otelin olmazsa olmaz çalışanları, garsonları, komileri, güvenlik görevlileri…
Velhasıl Konstantiniyye Oteli, aslında binlerce yıllık koskoca bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Değişen, dönüşen, ama barındırdığı şiddet nedense aynı kalan bir şehir…
(Tanıtım Bülteninden)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)