27 Mart 2017

Yaşasın Hayat


Merhaba sevgili dostlarım, nasılsınız? Dilerim çok iyisinizdir. Ben ve Misi de iyiyiz. Hafta sonu annişim bendeydi, bugün eve döndü. Aslında daha uzun bir süre kalmasını isterdim ama buna da şükür. Annem gelince Misi de ben de bayram ettik. Annemle keyif yaptık. Annem mutfağa girdi, bana yemekler yaptı, yaşasın hayat! Ama ben de annem gelecek diye yemek yaptım, Cumartesi günü poğaça yaptım. Annem poğaçayı, yemeği beğendi. Bugün hüzünlenmeden annemle vedalaştım.
Cuma gününü iple çekiyorum çünkü annişime gideceğim. Misafircilik oynuyoruz annemle. Ama en çok ziyaret eden benim. Benden şimdilik bu kadar dostlarım. Yeniden görüşünceye dek dostça kalın!

Simru


Nereden çıktın yine karşıma?

Tamamlayamadığın hangi vicdansızlığın için döndün? Geçmişim olamamıştın, şimdi geleceğimde olmak için mi geldin? Artık benim için sen bir “fark etmez”sin. Fırtınada kaybolmuş bir yelkenli için rüzgârın nereden estiği önemli değildir. Geçti artık o günler… Mezarıma çiçekle gelmen, beni öldürmüş olman gerçeğini değiştirmiyor.

Sessiz çığlıkları vardır kırılan kalbimizin ve onları yalnızca Allah duyar. Senin duymadığın ve hiçbir zaman duyamayacaklarından bahsediyorum. Umarım beni anlıyorsundur. Keşke biraz düşünebilseydin. Düşünmediğin için şimdi kalbin acıyor biliyor musun? Beynin düşünemediği her şeyin cezasını kalp çeker. Düşünmek beyni acıtmaz ama düşünmemek kalbi yorar.

Şu hayatın bize en büyük darbesi beklediklerimizin hiçbir zaman gelmemesi, gelenlerin ise bizi hak etmemesidir. Bazı insanlar hiç başlamayan hayatlarının bitmesinden korkarlar… Neyi biriktirebilmişler ki kaybetsinler? Sen de onlardansın bana göre. Elinde avucunda hiçbir şey kalmamış ama hâlâ yitirmekten korkuyorsun. Kolların boşluğa alışmış ama benimle doldurmaya çalışıyorsun. Bitmişsin ama hiç başlamamış olduğunu anlayamamışsın. Söylenmiş sözleri duymamışsın, şimdi söylenmemişleri dinliyorsun. Göremediğin şey şuydu: Ben sana hayatımı verdim, sen onu başkasının çöpüne attın.

Bana gelince… İyiyim ben. Aşkta özgürlüğün tutsaklıkla başladığını ve aynı zamanda da hayatta aşktan daha önemli şeyler olduğunu öğrendim. Mesela insan olmak…
(Tanıtım Bülteninden)

19 Mart 2017

Bülbül


Bir Kadının Ruhunun Manzarası  Savaştaki Bir Dünya Kadar Hızlı Değişebilir.

II. Dünya Savaşı döneminde Fransa’da yaşayan iki kız kardeş, annelerini küçük yaşta yitirmiş ve babaları tarafından terk edilmiştir. Viann henüz çocukken âşık olduğu Antoine’la evlenip acı tatlı bir hayat kurmayı başarırken isyankâr Isabelle gittiği bütün okullardan ya atılmış ya da kaçmıştır. Savaş alevlenmeye başlayınca Viann’in kocası cepheye çağrılır. Yine okuldan atılan Isabelle’inse ablasının yanına gitmekten başka çaresi yoktur. Fakat iki kız kardeşin arası savaş yüzünden açılır. Isabelle direnişe katılmanın bir yolunu bularak sayısız hayat kurtaracak ve imkânsız bir aşka tutulacaktır. Yolunu gözlediği veya sonsuza dek veda ettiği sevdikleri için bahçesindeki kurumuş elma ağacına birer kurdele bağlayan Viann ise çok sevdiği kocasının yokluğunda, yabancı erkeklerin işgal ettiği bir şehirde zulme, açlığa ve korkuya göğüs gerecektir.

Bazı kadınlar doğuştan cesurdur; doğru olan için savaşmak, hayat kurtarmak ve gidişatı değiştirmek uğruna kendi canlarını tehlikeye atarlar. Isabelle bu kadınlardandı… Ama bazı kadınlar da sabır ve fedakârlıklarıyla direnir, sevdiklerini koruyup kollar ve hayatı onlar için yeniden inşa eder. İşte, Viann’in hikâyesi de tam olarak böyleydi…

“İki kadının Fransız Direnişi’ne verdiği destek, aşkları, kayıpları ve zaferleri… Bülbül’ü elimden bırakamadım.”
-Suzanne Droppert-

“Bülbül’ün edebiyat dünyasındaki etkisi bir fırtınadan farksız olacak.”
-Booklist-

“Gözlerinizde yaş kalmayana kadar sayfaları çevirmeye devam edeceksiniz.”
-Daily Mail-

“Kitabı aldım, okudum, çok sevdim ve önce karıma, sonra da kız kardeşime verdim. Fakat kitabın yanında bir kutu mendil hediye etmeyi unutmuşsunuz.”
-Tom Vail-

“Her satırına hayran oldum!”
-Barbara Kelly-

“Bülbül gerçekten nefes kesiciydi! Bu kitabı okuyun. Zor zamanlarda doğru olanı yaptıklarına inanan iki genç ve cesur kız kardeşin hikâyesi sizi sürekli şaşırtacak.”
-Dr. Miriam Klein Kassenoff-

“Kardeş sevgisi, dostluk ve kayıplar üzerine etkileyici bir roman. Okurken çok gözyaşı dökeceksiniz…”
-Look-

“Bülbül aile arasında bir kırgınlıkla başlıyor ve Nazilere direnmek için hayatlarını tehlikeye atan sıradan kadınların cesareti ve kahramanlığıyla savaşın korkunç atmosferinde müthiş bir sona doğru ilerliyor. Bir hikâyeden duygusal olarak bu kadar etkilenmeyeli uzun zaman olmuştu.”
-Marilyn MacIvor-

“Daha ilk sayfasından itibaren özümsenip sindirilmeyi, hissedilmeyi ve sevgiyle paylaşılmayı hak eden bir roman. İki kız kardeş arasındaki bağ son derece dürüst ve insanın içini sızlatıyor. Büyüleyici ve bir o kadar da hüzünlü…”
-Cherise Bailey-

“Bülbül’ü bitirdikten sonra gözyaşlarımın dinmesi birkaç saatimi aldı. Gerçekten kusursuzdu.”
-Jody Robinson-

“Gözlerim dolduğu için okuyamadığımdan kitabı en az üç kez elimden bırakmak zorunda kaldım ve bitirince de birazcık hıçkırıklara boğulmuş olabilirim. Tam anlamıyla olağanüstü bir hikâye!”
-Kristin Pidgeon-

Üstümüzde Gökyüzü Altımızda Deniz


Avustralya, 1946. Yüzlerce genç kadın uzun bir yolculuğa çıkmak üzere. Onları İngiltere’de yepyeni bir hayat bekliyor. Nişanlılarına ya da kocalarına kavuşmayı iple çeken bu kadınların tek ortak noktaları, savaş zamanında kalplerini Avustralya’da konuşlanmış İngiliz askerlerine kaptırmış olmaları.

On altı yaşındaki çiçeği burnunda gelin Jean, mütevazı bir çiftçinin kıvrak zekâlı kızı Maggie, varlıklı ailesiyle gösteriş yapan Avice ve sessiz, melankolik hemşire Francis… Altı haftalık okyanus serüveninin, hayatlarını sonsuza dek değiştireceğinden ne bu dört kadının ne de gemideki diğer gelinlerin haberi var. Yine de hepsinin gözleri önünde bir gerçek duruyor: Bazen önemli olan varılacak nokta değil yolculuğun kendisidir…

“Bu kızlar bir harika… Sonunu deliler gibi merak edip uykusuz kalacaksınız!”
-Morgenpost-

“Tıpkı okyanusun dalgaları gibi bu roman da bitmeyen bir tutkuyla yükselip alçalıyor.”
-The Times-

“Enerjisiyle herkesi kendine çeken Üstümüzde Gökyüzü Altımızda Deniz herkese yazdan kalma bir gün yaşatıyor.”
-Mirror-
 (Tanıtım Bülteninden)

2 Mart 2017

Ay Karanlık



Maviye,     Maviye çalar  gözlerin,     Yangın mavisine     Rüzgarda asi,     Körsem,     Senden gayrısına yoksam,            Bozuksam,     Can benim, düş benim,     Ellere nesi?     Hadi gel,     Ay karanlık...     İtten aç,     Yılandan çıplak,     Vurgun ve bela     Gelip durmuşsam kapına     Var mı ki doymazlığım?     İlle  de ille     Sevmelerim,     Sevmelerim gibisi?     Oturmuş yazıcılar     Fermanım yazar     N'olur gel,     Ay karanlık...     Dört yanım puşt zulası,     Dost yüzlü,     Dost gülücüklü     Cıgaramdan yanar.     Alnım öperler,     Suskun, hayın, çıyansı.     Dört yanım puşt zulası,     Dönerim dönerim çıkmaz.     En leylim  gecede ölesim tutmuş,     Etme gel,     Ay karanlık...                         
                                                                                                                      Ahmed ARİF

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.