19 Eylül 2018

Paris'ten Çiçeklerle


Bu kitabı yazarken, karakterlerimin peşinden en etkileyici kafelere, güzel balkonlara ve canım Paris manzaralarına gittim. Bu seyahatte Montmartre’nin basamaklarına tırmandım, Rue de Cler pazarındaki renkli görüntülere hayranlıkla baktım, küçük ara sokaklardaki gizli kafelerde espresso yudumladım. Hepsi unutulmazdı.

Ama bu hikâye, çikolatalı kruvasanlardan ve bir bahar günündeki Eyfel Kulesi’nden daha derinlere iniyor. Bu hikâyenin sayfaları, 1940’lı yılların savaşla yıpranmış Paris’inde, gönül yaralarını ve travmaları ele alıyor. Günümüzde ise direnmeyi, affetmeyi ve sevmeyi becerebilen veya beceremeyen karakterleri.

Bu kitap, benim Paris’e yazdığım aşk mektubum. Ve belki bir gün, bir mektup daha yazarım. Şimdilik, hayal ettiğim bu hikâyenin, karakterlerin, Paris’in her şeyinin en ince detayına kadar keyfini çıkarmanızı umuyorum.

Nilüfer çiçekleri yürek parçalayıcı yolculuklardan geçer. Tohumları toprakla, artıklarla ve birbirine giren köklerle kaplı bulanık bataklık suyunda filizlenir. Çiçek açmaları için bu korkunç karanlıkta yolunu bulması gerekir, suyun üstünde bir yerde güneş ışığının olduğunu içten içe bilmeli ya da en azından bunu umut etmeli. Böylelikle bu yolculuktan zarar görmeden çıkar ve zafer kazanmış bir şekilde
 çiçek açar.

1940’ların işgal altındaki Paris’inde Paris’in tüm çiçeklerini beklerken Paris’in tüm acılarını kendinde bulan bir kadın… 2000’lerde Işığın Şehri Paris’in nostaljik havasında ve aydınlığında kendi acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşebilmek için başka bir kadının geçmişinin peşinde iz süren başka bir kadın… 

Kendine özgü sürükleyici tarzıyla Sarah Jio bu romanında bulanık sularda derinlere batmış iki nilüfer olan güçlü kadın karakterlerle geçmiş ve bugün arasında köprü kurarak hayatta önemli olan şeyleri hatırlatıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
* Bu kitap en kısa zamanda alınıp okunacak. 

11 Eylül 2018

Ho'oponopono



Ho'oponopono, Hawaiililerin atalarından kalma bir "sanat" ve onun sayesinde yaşamımızda olup biten, bizi etkileyen ve rahatsız eden her şeyin zihinlerimizi tutsak eden bilinçaltındaki programlardan ve anılardan kaynaklandığını anlıyoruz. 

Hepimiz kendi hayatımızın yaratıcısıyız. Dolayısıyla Ho'oponopono, hatalı kalıplarımızı temizleyerek bizi, sorunlarımızı ve karşılaştığımız güçlükleri tekâmülümüz yararına, gerçek kimliğimizin ortaya çıkması için çalışan birer araca dönüştürmeye davet ediyor. Dertsiz, özgür ve dingin bir bütün olabiliriz. 

Öte yandan Ho'oponopono, bizlere insanlığın evrensel sevgi bağıyla birbirine bağlı olduğu bilincini kazandırıyor. İç huzura dayanan yeni bir var olma biçimine ulaşmak için bu bilince erişmek gerektiğini söylüyor. Dünyada olmasını dilediğimiz değişiklikleri sağlayabilecek olan tek şeyin içimizdeki bu huzur, bu dinginlik ve bu özgürlük olduğunu sürekli hatırlatıyor. 

Bu kitap sayesinde, Ho'oponopono'yu günlük yaşamınızda kullanmayı deneyin ve yaşamınızın efendisi haline gelin!

Maria-Elisa Hurtado-Graciet: NLP, EFT ve diğer psiko-enerji tekniklerinin uygulayıcısıdır. Bu etkili teknikleri tanıtmak ve herkesin ulaşabileceği bir hale getirmek için Fransa ve İspanya'da konferans ve seminerler düzenlemektedir. 

Dr. Luc Bodin: Tıp doktorudur, kanser hastalıklarında ihtisas yapmış ve doğal tıp alanında uzmanlaşmıştır.
(Tanıtım Bülteninden)


* Annem şu anda bu kitabı okuyor ve bana öneriyor.

Sen Hiç ...



Biliyor musun bugün sende okunanların çoğu taa çocukluğundan itibaren sana yazılanlar, bugün sende görünenlerin çoğu küçüklüğünde ruhuna ekilenlerdir.


"Bir tomurcuk gibiydim, ne zaman başımı toprağın üstüne çıkarıp filizlendiysem, bir çiçek olarak açmak istediysem kopardılar. Yeniden açmayı denedim, tekrar kopardılar. Adım Gül ama ben hayatımda hiç gülmedim. Kendimi yaprakları dökülmüş, dalları kırılmış bir ağaç gibi hissediyorum."

Koskoca bir delikanlı ya da genç kızken sınıfta arkadaşlarının önünde rencide edildin mi? Birine tepki göstermek isteyip de ayıp olur diye tepkini içine gömdün mü? Hakkını yiyenlere isyanını sadece dişlerini sıkacak kadar gösterebildiğin anlarda neler hissetmiştin?

Aslında başarısızlık diye bir durum yoktur. Bizim başarısızlık sandığımız şey, öğretmenin dersi anlatma biçimi ile öğrencinin dersi öğrenme biçiminin uyuşmamasından kaynaklanan bir durumdur.

"Babama ve kocama olan öfkem gözümü kör etmiş, içimdeki kor ateşin dumanı basiretimi örtmüş. Yaşanmamışlıklara olan hıncım aklımı sis perdesi gibi kapatmış. Korkak, pısırık, tedirgin, endişeli biri olarak yaşamışım bugüne kadar."

Bugüne kadar beynin seni kontrol etti. Şimdi sen beyninin kontrolünü eline alsan ve hayat otobüsünün direksiyonuna geçsen bundan sonra hayatında nasıl değişiklikler olacağını düşünebiliyor musun?

(Tanıtım Bülteninden)


* Annemin ve Aytül ablamın önerisiyle şu anda bu kitabı okuyorum, gerçekten çok güzel, ben de siz dostlarıma şiddetle öneriyorum.
















31 Ağustos 2018

Yüzyılın Kitabı


Osmanlı’nın 1880’lerdeki, Cumhuriyet’in 1950’lerdeki “bağımlılığını” bilmeden, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” mücadelesi kavranamaz. 1876 ve 1924 anayasalarını bilmeden bugünkü Başkanlık Anayasası’nın Türkiye’yi nereye götüreceği kestirilemez. Osmanlı’da dinsel hukuku, Mecelle’yi ve 1917 Aile Kanunnamesi’ni bilmeden bugünkü “müftülük nikâhı”nın amacı bilinemez. I. Dünya Savaşı’nı, İzmir’in işgalini, Atatürk’ün Anadolu’ya geçişini, Amasya Genelgesi’ni, Sivas Kongresi’ni, TBMM’nin açılmasını, Sakarya Savaşı’nı, Büyük Taarruz’u, Anadolu’daki Yunan zulmünü, İzmir’in ve İstanbul’un kurtuluşunu bilmeden; Vahdettin’i, Damat Ferit’i, Rıfat Börekçi’yi, Abdurrahman Kâmil Efendi’yi tanımadan Milli Mücadele anlaşılamaz. Said-i Nursi’yi tanımadan FETÖ anlaşılamaz.  Misuri Zırhlısı’nı, Kore Savaşı’nı, NATO’ya üyeliği, 6. Filo’yu, Kanlı Pazar’ı bilmeden Türkiye’de “Amerikancılık” bilinemez. Lozan’ın önemini kavramak için sadece Lozan’ı bilmek yetmez, önce Sevr’i bilmek gerekir; o da yetmez, 1950’lerde ABD ile imzalanan ikili antlaşmaları bilmek gerekir. Atatürk’ün önemini kavramak için sadece Atatürk’ü tanımak yetmez, Atatürk’ten önceki ve sonraki asker-sivil liderleri; II. Abdülhamit’i, Enver Paşa’yı, Vahdettin’i, İsmet İnönü’yü, Adnan Menderes’i de az çok tanımak gerekir. Atatürk’ü tanımak için Anatürk’ü, Zübeyde Hanım’ı tanımak gerekir.
    İşte “Yüzyılın Kitabı ”nda bunlar ve daha fazlası var. 
    “Yüzyılın Kitabı ”, bugün yaşadığımız güncel olayların, 1860’lardan 1960’lara uzanan tarihsel arka planlarını anlatıyor, böylece tarihle bugüne ışık tutuyor.
    “Yüzyılın Kitabı ”nı okuyunca karşınıza “Yüzyılın Lideri ”, yani Atatürk çıkıyor. 

Genel Yayın Yönetmeni:    Ahmet BOZKURT
Yayıma Hazırlayan:            Hakan GÜNGÖR
Kapak Tasarım:    Ayhan ŞENSOY
Sayfa Tasarım:                   Eylem SEZER 

* Çok güzel bir kitap, ilk fırsatta mutlaka edinip okuyacağım. 

Anlat Anneanne



Anılar… Anılar…
Aile sırları.
Kızlarımın bile bilmediği,
okurlarımın merak ettiği,
hüzünlü anılar. Komik anılar.
Çocukluğumun, Cumhuriyet ruhunu
gururla taşıyan Ankara’sı.
Ailede evlenmeler, boşanmalar.
Genç kızlığımın dünya şehri, artık eski
Türk filmlerinde kalmış güzelim İstanbul.
Kolej yılları, arkadaşlar, muziplikler.
Benim evlilik masalım.
Yasemin kokulu sokaklarıyla Mersin.
Otuz yedi yılda yazılan otuz bir kitap.
Ve gerisi…

* Şu anda bu kitabı büyük bir keyifle okuyorum, siz dostlarıma da şiddetle öneririm.

Maraton Başlıyor



Merhaba sevgili dostlarım nasılsınız,  dilerim çok iyisinizdir. Biz iyiyiz. Tatil sona eriyor, maraton başlıyor. Ama bir farkla, annemden ayrılmıyorum. Birlikte oturuyoruz. Annemden ayrılacak olsam çok üzülürdüm. Pazartesi günü seminerler başlıyor. Ben her zamanki gibi duygusal açıdan hazır değilim ama zaman uçup giderken benim hazır olup olmamama bakmıyor. Ne yazık ki. Bana da zaman yaklaştıkça kabullenmekten başka çare kalmıyor. Bana kalsa bir yıllık ücretsiz izin kullanmak istiyorum ama şu anda mümkün değil.
Bu evin yakınında bir market var ama Kipa, Migros gibi değil.  Ev merkezde değil. Kipa'ya 15-20 dk.
yürüme mesafesindeyiz. Hiç Bigadiç'i arayacağım aklıma gelmezdi ama arıyorum işte. Ben çarşının içindeydim. Marketler, bilgisayarcılar çok yakındı, ekmek fırını hemen karşımdaydı. O açıdan arıyorum yoksa pek te mutlu değildim. Ev sahiplerimi çok  seviyordum, o kadar. Tek arkadaşım kedimdi. Şimdi ise annem en büyük arkadaşım sonra da Misi var.
Bizde durum şimdilik böyle, yeniden görüşünceye dek sevgiyle kalın  dostlarım.






21 Ağustos 2018

Süreya Kuaför Salonu


Onlarınki mahalle aşkıydı, bilmeyen yoktu. Cemal ve Süreyya’nın hikâyesi, bizim alt sokaktaki Arma Pastanesi’nde, tezgâhta son kalan acıbadem kurabiyesini paylaştıkları gün başladı. Önce Cemal, biz centilmen adamız evelallah havalarında Süreyya’ya ikram etti kurabiyeyi. Süreyya ise, utangaç bir bakışla gözlerini yere indirerek kurabiyeyi tezgâhtan aldı ve tam ortadan ikiye böldü. Biliyorum, çünkü ben de oradaydım. Hayır, pastanenin içinde değil, dışında, diğerleri kadrosunda. Hani hayatta bir kahramanlar vardır, bir de diğerleri ya, aynen o hesap.
Kocan Kadar Konuş’un yazarı Şebnem Burcuoğlu’ndan sımsıcak bir mahalle  hikâyesi!
İsmi bir zamanlar Tatavla olan, Kurtuluş semtine hoş geldiniz. Büyük mağazaların sıralandığı Rumeli Caddesi’yle, fanfirikli Nişantaşı kafelerinin hemen üstünde yer alan Kurtuluş’ta, bir liracı, çiğ köfteci, turşucu, yufkacı, yorgancı, overlokçu, son ütücü, kısaca ne ararsanız vardır. Ramazan’da pide, Noel’de kurabiye, Paskalya’da çörek pişer burada. Bu semtin sayısız hikâyesi içinde en kalplere dokunanı ise Cemal, Süreyya ve Feza’nınkidir.