29 Temmuz 2010

Can Yücel'den Yaşamak


Yaşamak, işsiz güçsüz aylakça yaşamak

Yaşamak, piyangodan para çıkar umuduyla yaşamak

Hayata karşı vurdumduymaz olarak yaşamak

İnadına inadına yaşamak
...........

Yaşamak, ayın sonunu nasıl getireceğiz düşünerek yaşamak

Yaşamak, bu ayı da kurtardık öbür aya işi sıkı tutmalıyız diyerekten yaşamak

Elde avuçta bir şey kalmadan yaşamak

İnadına inadına yaşamak
.........

Yaşamak, olan parayı suya, elektriğe, kiraya… Vererek yaşamak

Yaşamak, gıdım gıdım para harcayarak yaşamak

Yokluk içinde yaşamak

İnadına inadına yaşamak
..........

Yaşamak, zorluklar içinde yaşamak

Yaşamak,”aman yanına yaklaşma pahalıdır”demeden yaşamak

Hayatı düşünmeden, hovardasızca yaşamak

İnadına inadına yaşamak
.............

Yaşamak, çalmadan çırpmadan

Kimseye ihtiyaç duymadan yaşamak

Yaşamak; onurunla, şerefinle yaşamak

İnadına inadına yaşamak
.............

Yaşamak, hayata sıkı sıkıya tutunmak

Asla umudunu yitirmemek

Belki zor ama

İnadına yaşayacağım denmeli her şeye rağmen

Can Yücel

17 Temmuz 2010

Tuzlu kahve nasıl bir şey?


Kıza bir partide rastlamıştı. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.
“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir ad*** evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri. Ev duyusu olan biri. Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi.

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu. Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok.
İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu.

Gözleri nemlendi kadının.
"Çok tatlı!" dedi.

9 Temmuz 2010

KARPUZ KABUĞU REÇELİ


Merhaba dostlarım, nihayet iple çektiğim yaz tatiline çıkmış durumdayım. Bir haftadır dinlenme modundayım.
Bu arada anneme çok sevdiğim karpuz kabuğu reçeli yapması için ricada bulundum. Beni kırmadı ve dün büyük bir sabırla yaptı.
Karpuz kabuğu reçelinde de kireç kullanılırmış ama biz kullanmadık.
Tariften farklı olarak annem 5-6 tane karanfil koymuş.



Karpuz Kabuğu Reçeli Tarifi:


1 Büyük kalın kabuklu karpuz
1 Kg. toz şeker
1 Limon suyu
1 Paket vanilya
Kireç suyu

YAPILIŞI:

1 Karpuz kabuklarının dıs yesil kısmı ve içinde kalan kırmızıları bıçakla alınız.
2 Beyaz kısmını küçük parçalara ayırınız.
3 Kireç suyunda 1 saat bekletiniz.
4 Bol suda 8-10 kere yıkayınız.
5 Bir bardak su ile şekeri kaynatınız.
6 İyice süzülmüş karpuz kabuklarını ilâve ederek koyulaşana kadar kaynatınız.
7 Ateşten almadan 5 dakika evvel limon suyunu ve indirirken de vanilyayı ilâve ediniz.
8 Soğuduğu zaman kavanozlara boşaltınız.

Kireç suyu elde edilisi;
Büyük bir tencerede 1 kg. sönmemis kireci su ile iyice ezip bekletiniz. Kireç dibe çöküp su durulunca bu suyu döküp
yeniden su koyunuz ve bu islemi 3-4 kere tekrarlayınız. En son suyu alıp kireci atınız. Bu suyu kullanınız.

Eveeet, bu günlük bu kadar, yeniden görüşünceye dek dostça kalın!

28 Haziran 2010

İstanbul'a Dönüş


Çarşamba günü seminerlerimiz sona eriyor ve iki ay süreyle tatilimiz başlıyor! İki ay süreyle İstanbul'da olacağım! Evimize, arkadaşlarıma kavuşacağım! İstanbul'umun kokusunu içime çekeceğim!Yola çıkacağım zamanı iple çekiyorum!
Aylar önce ayrıldığım yuvama dönebilecek olmak bana şu anda mucize gibi geliyor!Kısa süreli kaçamaklar dışında!

1 Haziran 2010

Sen Neye Hazırsan


"Sen, neye hazırsan o da senin için hazırdır."

Marc Victor Hansen

29 Mayıs 2010

MUTLULUK UZERINE


Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha
olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.

Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyü yünce daha
mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla
uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz.

Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.

Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değil ise ne
zaman?... Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu
kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.

Öyleyse;

Okulu bitirene kadar,
100 milyar kazanana kadar,
Çocuklarınız olana kadar,
Çocuklarınız evden ayrılana kadar,
İşe başlayana kadar, Evlenene kadar,
Cuma gecesine kadar,
Pazar sabahına kadar,
Yeni bir araba, ya da ev alana kadar,
Borçları ödeyene kadar,
İlkbahara kadar,
Yaza kadar,
Sonbahara kadar,
Kışa kadar,
Maaş gününe kadar,
Şarkınız söylenene kadar,
Emekli olana kadar,
Ölene kadar.....

MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ 'AN' DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN.

MUTLULUK BİR VARIŞ DEĞİL, BİR YOLCULUKTUR. "PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU İNSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OY SA MUTLULUK İNSANIN BOYU HİZASINDADIR."

Unutmayın "YARIN KİMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR"

Murathan MUNGAN